Antalya otele gelen bayan izmir gecelik bayan arkadaş pet shop Kayseri saatlik bayan
Sitenin sağında bir giydirme reklam

Çevre hakkı, üçüncü kuşak insan haklarından sayılmaktadır.

SAĞLIK 16.08.2019 - 13:56, Güncelleme: 06.07.2022 - 13:22
 

Çevre hakkı, üçüncü kuşak insan haklarından sayılmaktadır.

Ahmet Özyanık'ın Kaleminden... Çevreye Ne Kadar Duyarlıyız?
Çevre hakkı, üçüncü kuşak insan haklarından sayılmaktadır. Birinci kuşak haklar; hayat hakkı gibi temle hak ve hürriyetleri kapsar, İkinci kuşak haklar, sosyal, ekonomik ve kültürel haklar, kişinin gelişimi, fırsatlara erişim hakları olarak ifade edilir. Üçüncü kuşak haklar ise, dayanışma hakları olarak kabul edilen haklardır. Çevre hakları bu kapsama girmektedir. En son araştırmalara göre, toplumdaki çevre duyarlılığının maksimum düzeyde olduğunu göstermektedir. Başak bir ifade ile Müslüman bir ülke için, çevre konusu, inançtan daha öncelikli hal almıştır yani. Toplumumuzun yaklaşık %80’ i çevre konusunda “hassas”laşmıştır. İnanç hassasiyetine sahip olanlar ise, %75 civarında kalmaktadır. Cumhurbaşkanlığı katında, toplumdaki bu “hassasiyet” göre tedbirler alınmakta, çevre inisiyatifi elde tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak, kadın, çevre ve marjinal düşünceler, dünyada muhalefet araçları olarak kabul edildiği için, iktidar tarafından yürütülen çevre faaliyetleri “itibarsızlaştırılırken”, ülkenin herhangi bir yerinden gelen çevre konusundaki bir çığlık, köpürtülerek doğrudan toplumun birinci gündemi haline getirilebilmektedir. Bu günlerde, Salda Gölü ile başlayan ve Çanakkale’deki maden ocakları ekseninde yürütülen çevre duyarlılığı kampanyalarında, bakanlıkların tüm iyi niyetlerine karşılık, kamu yönetimi inisiyatif kaybetmek üzeredir. İstanbul’da Gezi hadiseleri yaşandığı süreçte ve devamında olduğu gibi sadece mahcup bir eda ile açıklama yapılarak toplumun tepkileri dindirilmeye çalışılıyor. Toplum ikna olmayınca da mahkeme devreye girerek projeyi durduruyor… Böylece, çevre hassasiyetini kaşıyanlar bir kez daha zafer kazanmış oluyorlar… Onlar üçüncü kuşak haklar kapsamında ! plan proje yaparken, bizler ise yeni hamle endişesi ile diken üstünde bekliyor olacağız maalesef.  Özel Çevre Koruma Bölgesi: Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması (Barselona), sözleşmesinin taraf ülkelere getirdiği bir yükümlülük gereği ülkemiz ve dünya ölçeğinde ekolojik öneme haiz ancak sanayi, turizm ve yapılaşma gibi baskılar nedeniyle bozulma veya yok olma riski altında oldukları için Bakanlar Kurulu Kararı ile özel koruma altına alınan alandır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bu yetki doğrudan Cumhurbaşkanına geçmiştir. Alanın hassasiyetine göre, deniz ve kıyı alanlarının dışındaki hassas alanlar da özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edilmektedir. Salda Gölü, sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, etkin bir doğa koruma aracı olarak kabul edilen “Özel Çevre Koruma Bölgesi” olarak ilan edileli birkaç ay oldu. Ancak bu süreçte bakanlık, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisini kullanamadı, Salda Gölünün hangi gerekçe ile özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edildiği, ne gibi riskler taşıdığı gibi konularda bir bilgilendirme yapamadı. Sadece basit bir idari işlem olarak kayıtlara geçti. Kimse ne olduğunun farkına bile varamadı. Ta ki, bölgede çevre düzenleme projesi yapılmak isteninceye kadar. Halbuki Türkiye de 18 adet özel çevre koruma bölgesi mevcuttur. Her yer de özel çevre koruma bölgesi ilan edilememektedir. Başta çarpık yapılaşma ve gölün kirletilmesi dahil olmak üzere yaşanan ya da yaşanması muhtemel sorunların önüne geçmek ve boy boy fotoğraflarını paylaştığımız Salda Gölünün beyaz ve turkuaz rengini geleceğe taşımak için özel çevre koruma bölgesi ilan edilmiştir. Ancak, proje için TOKİ görevlendirilince, Salda Gölünü koruma çalışmaları bir manipülasyona kurban edildi. Türkiye’nin Maldivleri olarak bilinen Salda Gölünün yapılaşmaya açıldığı, manşetleri patlatıldı ve kıyamet koptu. Konu sosyal medya aracılığı ile toplumun %80’i huzursuz edilmiş oldu. Tartışmalar, Türkiye’nin çevreye duyarlı olmadığı algısına hizmet etmeye başladı. Sudan bahanelerle polemikler yaşanmaya başladı. Yani Türkiye’de huzursuzluğun inşası için bir adım daha atılmış oldu.. Avrupa Çevre Ajansı Biyolojik Çeşitlilik Konu Merkezi olarak görev yaptığımız süreçte ve daha sonra AB müzakerelerinde , Türkiye’de çevre ve doğa koruma sisteminin, eksiklikleri ile birlikte AB müktesebatının üzerinde olduğunu bizler kadar, Avrupalı uzman muhataplarımız da gördüler. Bu sebeple AB Müzakerelerindeki en hassas konulardan biri olan Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik faslı birkaç görüşme ile lehimize kapanmış oldu. Zira Türkiye’nin bitki ve hayvan çeşitliliği ile bunların yaşaması için gereken doğal ve yarı doğal alanları, Avrupa’nın kat be kat üzerindedir. Alan ve tür koruma sistemi tek düze olmanın ötesinde duruma ve şartlara uygunluğu sağlayacak çeşitlilikte, statik korumadan etkin yönetimle korumaya kadar çok geniş yelpazede koruma sistemleri mevcuttur. Doğa koruma ve sanayileşme eşgüdümü sağlanıyor. ÇED ve Stratejik ÇED süreçleri ile sanayileşmeninim doğal çevreye etkisi minimize edilebiliyor. Kısa adı ESIA olan, Sosyal ve Çevresel Etki Analizi süreçleri ile de halkın katılımı sağlanacak mekanizmalar tanımlanmıştır. Bu listeyi uzatabiliriz. Salda Gölünün de etkin korumaya alınması, çevre koruma adına alkışlanacak bir devlet iradesidir. Tıpkı kumsallarımızda deniz kaplumbağalarını koruduğumuz gibi, Dalyan kumsalları gibi, Gökova ve Göcek koyları gibi, Mavi bayraklı plajlar gibi, Diğer 17 özel çevre koruma bölgesi gibi. Kısaca, devletimiz Salda Gölünü da etkin korumaya almış bulunmaktadır. O halde, yaşananlar ne anlama geliyor? Ya da eksiklik nerede ? 1- Disiplinler arası bir konu olan çevre sektörünü bir mühendislik alanına hapsettik. Çevre koruma ve çevreyi etkileyebilecek faaliyetlere ilişkin süreçlere mekanik baktık, insan etkisi ve psikolojisi ile doğal çevreyi ihmal ettik. İnsan doğa ilişkisinde insan odaklı politika ve proje geliştirmedik.  2- Çevre koruma çalışmalarımıza halkı dahil edemedik. Halk da bizim çevre koruma faaliyetlerimiz yerine muhalefetin çevre duyarlılığına daha fazla ilgi gösterdi. 3- Çevre derneklerini kendimizden uzaklaştırdık, faaliyetlerini sürdürmek için dış fonlardan destek almalarını teşvik ettik. Halbuki dış çevre fonları, daha çok farkındalık oluşturmayı hedefleyen projelere destek vermektedir. Maalesef bu konuda da ipin ucu kaçtı ve farkındalık hedefi aşılarak, çevre hassasiyetine evrilmiş olduk.. Yani maksadını aşan bir durum meydana geldi Ne yaparsak yapalım bu vb eksiklikler giderilmedikçe, ülkemizde huzursuzluğun inşası için çevre hassasiyeti manivela olarak kullanılmaya elverişli olmaya devam edecektir. Küresel entrikalar ayrı bir konu… Salda Gölü etrafında yaşanan tartışmalara dönersek;, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve önceki adıyla Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, Türkiye’de çevre koruma konusunda uluslararası ciddi başarılara imza atmış, övgülere mazhar olmuş bir kadro ve anlayışa sahiptir. Salda Gölü de, sayın cumhurbaşkanımız tarafından daha önceki doğal sit ve tabiat parkı statüleri ile birlikte Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak ilan edilmek suretiyle, Dalyan kumsallarının Avrupa’nın En İyi Korunan Açık Alanı Ödülünü almasını sağlayan kadroya gelecekte bu ödüle layık olması maksadıyla bir bakıma emanet etmiştir. İnanıyorum ki, gelecekte Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi de bu ödülü hak edecektir. Çanakkale’deki tartışmalı maden sahası ise, bağımsız bir yazı konusudur. Ahmet ÖZYANIK Kimdir? Sosyal çalışmacı / Kamu Yönetim Uzmanı olan Ahmet Özyanık Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi (Sosyal Çalışma ve Sos. Hiz. ) mezunudur. Kamu Yönetimi alanında (TODAİE ) master yaptı. Kamu diplomasisi eğitimi aldı. Kamuda, sosyal çalışmacı, müfettişlik ve diğer kamu görevlerinden sonra, • Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, • İlbank Yönetim Kurulu Başkanlığı, • Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü görevlerinde Bulundu. • IUCN (Dünya Doğa Koruma Birliği) Türkiye Milli Komite Başkanlığı, • Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu Üyeliği • Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu Üyeliği, gibi ulusal ve uluslararası görevler üstlendi. Halen, İzmir Kavram MYO Mütevelli Heyeti Üyesi olarak hizmet vermektedir. Ayrıca, Sürdürülebilirlik, Stratejik Planlama, Yönetimi Geliştirme ve Kurumsal Yeniden Yapılanma konularında çalışmalar yürütmektedir. 
Ahmet Özyanık'ın Kaleminden... Çevreye Ne Kadar Duyarlıyız?

Çevre hakkı, üçüncü kuşak insan haklarından sayılmaktadır.

Birinci kuşak haklar; hayat hakkı gibi temle hak ve hürriyetleri kapsar, İkinci kuşak haklar, sosyal, ekonomik ve kültürel haklar, kişinin gelişimi, fırsatlara erişim hakları olarak ifade edilir.

Üçüncü kuşak haklar ise, dayanışma hakları olarak kabul edilen haklardır.

Çevre hakları bu kapsama girmektedir.

En son araştırmalara göre, toplumdaki çevre duyarlılığının maksimum düzeyde olduğunu göstermektedir.

Başak bir ifade ile Müslüman bir ülke için, çevre konusu, inançtan daha öncelikli hal almıştır yani. Toplumumuzun yaklaşık %80’ i çevre konusunda “hassas”laşmıştır. İnanç hassasiyetine sahip olanlar ise, %75 civarında kalmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı katında, toplumdaki bu “hassasiyet” göre tedbirler alınmakta, çevre inisiyatifi elde tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak, kadın, çevre ve marjinal düşünceler, dünyada muhalefet araçları olarak kabul edildiği için, iktidar tarafından yürütülen çevre faaliyetleri “itibarsızlaştırılırken”, ülkenin herhangi bir yerinden gelen çevre konusundaki bir çığlık, köpürtülerek doğrudan toplumun birinci gündemi haline getirilebilmektedir.

Bu günlerde, Salda Gölü ile başlayan ve Çanakkale’deki maden ocakları ekseninde yürütülen çevre duyarlılığı kampanyalarında, bakanlıkların tüm iyi niyetlerine karşılık, kamu yönetimi inisiyatif kaybetmek üzeredir.

İstanbul’da Gezi hadiseleri yaşandığı süreçte ve devamında olduğu gibi sadece mahcup bir eda ile açıklama yapılarak toplumun tepkileri dindirilmeye çalışılıyor.

Toplum ikna olmayınca da mahkeme devreye girerek projeyi durduruyor…

Böylece, çevre hassasiyetini kaşıyanlar bir kez daha zafer kazanmış oluyorlar…

Onlar üçüncü kuşak haklar kapsamında ! plan proje yaparken, bizler ise yeni hamle endişesi ile diken üstünde bekliyor olacağız maalesef. 

Özel Çevre Koruma Bölgesi: Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması (Barselona), sözleşmesinin taraf ülkelere getirdiği bir yükümlülük gereği ülkemiz ve dünya ölçeğinde ekolojik öneme haiz ancak sanayi, turizm ve yapılaşma gibi baskılar nedeniyle bozulma veya yok olma riski altında oldukları için Bakanlar Kurulu Kararı ile özel koruma altına alınan alandır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bu yetki doğrudan Cumhurbaşkanına geçmiştir.

Alanın hassasiyetine göre, deniz ve kıyı alanlarının dışındaki hassas alanlar da özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edilmektedir.

Salda Gölü, sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, etkin bir doğa koruma aracı olarak kabul edilen “Özel Çevre Koruma Bölgesi” olarak ilan edileli birkaç ay oldu.

Ancak bu süreçte bakanlık, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisini kullanamadı, Salda Gölünün hangi gerekçe ile özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edildiği, ne gibi riskler taşıdığı gibi konularda bir bilgilendirme yapamadı.

Sadece basit bir idari işlem olarak kayıtlara geçti.

Kimse ne olduğunun farkına bile varamadı.

Ta ki, bölgede çevre düzenleme projesi yapılmak isteninceye kadar.

Halbuki Türkiye de 18 adet özel çevre koruma bölgesi mevcuttur.

Her yer de özel çevre koruma bölgesi ilan edilememektedir.

Başta çarpık yapılaşma ve gölün kirletilmesi dahil olmak üzere yaşanan ya da yaşanması muhtemel sorunların önüne geçmek ve boy boy fotoğraflarını paylaştığımız Salda Gölünün beyaz ve turkuaz rengini geleceğe taşımak için özel çevre koruma bölgesi ilan edilmiştir.

Ancak, proje için TOKİ görevlendirilince, Salda Gölünü koruma çalışmaları bir manipülasyona kurban edildi.

Türkiye’nin Maldivleri olarak bilinen Salda Gölünün yapılaşmaya açıldığı, manşetleri patlatıldı ve kıyamet koptu.

Konu sosyal medya aracılığı ile toplumun %80’i huzursuz edilmiş oldu.

Tartışmalar, Türkiye’nin çevreye duyarlı olmadığı algısına hizmet etmeye başladı.

Sudan bahanelerle polemikler yaşanmaya başladı.

Yani Türkiye’de huzursuzluğun inşası için bir adım daha atılmış oldu..

Avrupa Çevre Ajansı Biyolojik Çeşitlilik Konu Merkezi olarak görev yaptığımız süreçte ve daha sonra AB müzakerelerinde , Türkiye’de çevre ve doğa koruma sisteminin, eksiklikleri ile birlikte AB müktesebatının üzerinde olduğunu bizler kadar, Avrupalı uzman muhataplarımız da gördüler.

Bu sebeple AB Müzakerelerindeki en hassas konulardan biri olan Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik faslı birkaç görüşme ile lehimize kapanmış oldu.

Zira Türkiye’nin bitki ve hayvan çeşitliliği ile bunların yaşaması için gereken doğal ve yarı doğal alanları, Avrupa’nın kat be kat üzerindedir.

Alan ve tür koruma sistemi tek düze olmanın ötesinde duruma ve şartlara uygunluğu sağlayacak çeşitlilikte, statik korumadan etkin yönetimle korumaya kadar çok geniş yelpazede koruma sistemleri mevcuttur.

Doğa koruma ve sanayileşme eşgüdümü sağlanıyor.

ÇED ve Stratejik ÇED süreçleri ile sanayileşmeninim doğal çevreye etkisi minimize edilebiliyor.

Kısa adı ESIA olan, Sosyal ve Çevresel Etki Analizi süreçleri ile de halkın katılımı sağlanacak mekanizmalar tanımlanmıştır.

Bu listeyi uzatabiliriz.

Salda Gölünün de etkin korumaya alınması, çevre koruma adına alkışlanacak bir devlet iradesidir.

Tıpkı kumsallarımızda deniz kaplumbağalarını koruduğumuz gibi,

Dalyan kumsalları gibi,

Gökova ve Göcek koyları gibi,

Mavi bayraklı plajlar gibi,

Diğer 17 özel çevre koruma bölgesi gibi.

Kısaca, devletimiz Salda Gölünü da etkin korumaya almış bulunmaktadır.

O halde, yaşananlar ne anlama geliyor?

Ya da eksiklik nerede ?

1- Disiplinler arası bir konu olan çevre sektörünü bir mühendislik alanına hapsettik. Çevre koruma ve çevreyi etkileyebilecek faaliyetlere ilişkin süreçlere mekanik baktık, insan etkisi ve psikolojisi ile doğal çevreyi ihmal ettik. İnsan doğa ilişkisinde insan odaklı politika ve proje geliştirmedik. 

2- Çevre koruma çalışmalarımıza halkı dahil edemedik. Halk da bizim çevre koruma faaliyetlerimiz yerine muhalefetin çevre duyarlılığına daha fazla ilgi gösterdi.

3- Çevre derneklerini kendimizden uzaklaştırdık, faaliyetlerini sürdürmek için dış fonlardan destek almalarını teşvik ettik.

Halbuki dış çevre fonları, daha çok farkındalık oluşturmayı hedefleyen projelere destek vermektedir.

Maalesef bu konuda da ipin ucu kaçtı ve farkındalık hedefi aşılarak, çevre hassasiyetine evrilmiş olduk..

Yani maksadını aşan bir durum meydana geldi

Ne yaparsak yapalım bu vb eksiklikler giderilmedikçe, ülkemizde huzursuzluğun inşası için çevre hassasiyeti manivela olarak kullanılmaya elverişli olmaya devam edecektir.

Küresel entrikalar ayrı bir konu…

Salda Gölü etrafında yaşanan tartışmalara dönersek;, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve önceki adıyla Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, Türkiye’de çevre koruma konusunda uluslararası ciddi başarılara imza atmış, övgülere mazhar olmuş bir kadro ve anlayışa sahiptir.

Salda Gölü de, sayın cumhurbaşkanımız tarafından daha önceki doğal sit ve tabiat parkı statüleri ile birlikte Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak ilan edilmek suretiyle, Dalyan kumsallarının Avrupa’nın En İyi Korunan Açık Alanı Ödülünü almasını sağlayan kadroya gelecekte bu ödüle layık olması maksadıyla bir bakıma emanet etmiştir.

İnanıyorum ki, gelecekte Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi de bu ödülü hak edecektir.

Çanakkale’deki tartışmalı maden sahası ise, bağımsız bir yazı konusudur.

Ahmet ÖZYANIK Kimdir?

Sosyal çalışmacı / Kamu Yönetim Uzmanı olan Ahmet Özyanık Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi (Sosyal Çalışma ve Sos. Hiz. ) mezunudur.

Kamu Yönetimi alanında (TODAİE ) master yaptı.

Kamu diplomasisi eğitimi aldı.

Kamuda, sosyal çalışmacı, müfettişlik ve diğer kamu görevlerinden sonra,

• Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı,

• İlbank Yönetim Kurulu Başkanlığı,

• Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü görevlerinde Bulundu.

• IUCN (Dünya Doğa Koruma Birliği) Türkiye Milli Komite Başkanlığı,

• Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu Üyeliği

• Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu Üyeliği, gibi ulusal ve uluslararası görevler üstlendi.

Halen, İzmir Kavram MYO Mütevelli Heyeti Üyesi olarak hizmet vermektedir.

Ayrıca, Sürdürülebilirlik, Stratejik Planlama, Yönetimi Geliştirme ve Kurumsal Yeniden Yapılanma konularında çalışmalar yürütmektedir. 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ardesenhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bahis siteleri